Göç edenlerin öyküsü: Türkland

Türkland adlı oyunda sosyalist bir aileden gelen Dilşad’ın hikayesi ve mülteci olarak sığındıkları Almanya’da başlarından geçen olaylar anlatılıyor. Dilşad Budak Sarıoğlu’nun otobiyografik romanından uyarlanan Türkland, aslında çok kültürlü kimlik karmaşasının ortasında kendini bulma çabası veren bir kadının hikayesi. Teknik olarak oldukça değişik bir üslupla seyirciyle buluşan oyun, Dilşad’ın çocukluk öyküsünü pandomim, şiir ve dans ile harmanlayarak sanatseverlere aktarıyor. Oyunda yalnızca iki oyuncu rol alıyor. Oyunda Dilşad Budak Sarıoğlu’nun hikayesi üzerinden Türk-Alman kimlik bunalımı, göç gibi kavramlar aktarılırken, mültecilik, milliyetçilik ve ayrımcılık kavramları sorgulanıyor. Dilşad Budak Sarıoğlu’nun senaryosunu yazarak çevirdiği ve oyuncu olarak yer aldığı projenin yönetmenliğini İrem Aydın yaparken, başrollerinde ise Ilgıt Uçum sahneye çıkıyor.

POLİTİK SORUNLAR

“Bir okuma performansı” başlığıyla sahneye konan oyun Almanya’nın yanı sıra Türkiye’de çeşitli illerde ve en son geçtiğimiz Haziran ayında İzmir’de tiyatro meraklıları ile buluşmuştu. Türkland aynı zamanda Almanya’ya işçi göçünün başlamasından bu yana Türk ağırlıklı göçmenlerin ortaya koyduğu sanat akımının son eserleri arasında yer alıyor. Bu açıdan önemli bir ekolün temsilcisi olan oyun aynı zamanda geçmişte Türkiye’de yaşanan politik sorunlara ve getirdiği sosyal sıkıntılara da değinmeyi ihmal etmiyor. Oyun ana teması olan kimlik bunalımını, “Ben nereliyim? Benim nereye ait olduğuma kim karar veriyor? Üstüme yapışan bunca etiketin arasında en doğru tanımı nasıl bulacağım?” şeklindeki etkili diyaloglarıyla izleyicisine yer yer mizahi bir üslupla, yer yer yürek yakan bir dille aktarıyor.

Tiyatro ile nasıl tanıştınız, kariyerinizden bahsedebilir misiniz?

1980 yılında İstanbul’da doğdum, 80 darbesi sonrasında yurtdışına kaçmış anne babamın yanına 1982’de getirildim ve Almanya’da büyüdüm. Düsseldorf Üniversitesi hukuk fakültesinden mezun oldum. 2011’de Türkiye’ye yerleştikten sonra, İstanbul ve Münih merkezli bir hukuk şirketinde CEO olarak çalıştım. Ancak ben dört yaşındayken ilk sahne tozumu yutup büyülenmiştim ve o zaman oyuncu olmaya karar vermiştim. İlerleyen yıllarda zihnim beni daha ‘mantıklı’ bir hayat yoluna doğru çekmiş olsa da ben beni durmadan sanatın yoluna çağıran kalbimin sesini asla susturamadım. Zaten Almanya’da hobi amaçlı oyunculuk eğitimi alarak tiyatro ve müzikallerde yer almıştım. Fakat bu beni bir türlü tatmin etmiyordu, bu işi artık daha profesyonel bir zeminde yapmak istiyordum. İleride Türkland’a dönüşeceğinden haberim olmayan bir kitap yazmaya başladım, buna paralel 2015’te Şahika Tekand Stüdyo Oyuncuları’nda eğitimimi tamamladım. Sanatsal çalışmalarımı finanse etmek için de uzun yıllar TV, radyo, haber portalları gibi Alman basının değişik mecralarında serbest gazeteci ve prodüktör olarak çalıştım. Şimdi ise hayatıma yazar ve oyuncu olarak devam ediyorum ve kalbimin seçtiği yoldan tüm zorluklara rağmen vazgeçmediğim için her gün şükrediyorum.

Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz?

Benim babam devrimci bir sendikacıydı, ailemizde birçok kişi gibi. 1980 darbesinden sonra polis amcam sendikacı Kenan Budak’ı öldürdü, bunun sonucunda ailem Türkiye’den kaçtı. Yurtdışına sığınan birçok devrimci o zamanlar mücadelenin kaybedildiğiyle yüzleşmek istemedi ve askeri rejimi devirmek için birtakım faaliyetlere devam etti. Benim ailem de bu yanılgıyla Avrupa’da aktif olan bir örgüte sığındı. Bu hikayenin belki de tek güzel tarafı, bu örgütün çok başarılı bir tiyatrosunun olmasıydı. İşte ben o ekibin sergilediği bir oyunda bir köylü kadının kızı olarak sadece otuz saniyeliğine sahneden geçerken dört yaşındaydım. Sığınmacılar olarak içinde bulunduğumuz tüm o kaosun, anlamsızlığın içinde bana gerçek bir değer ürettiğimizi hissettiren o otuz saniyeydi. Ben ona hayatın bana uzattığı bir dal gibi tutundum ve belki de o koşullara bu sebeple dayanabildim.

Türkland projesi nasıl ortaya çıktı? Klasik bir tiyatro oyunu yerine farklı bir format deneme fikri aklınıza nereden geldi?

Aslında bu performansımızın yönetmeni İrem Aydın’ın fikriydi. İrem’le 2017 yılında tanıştığımızda kendisi Entropi Sahne’nin yardımcı genel sanat yönetmeniydi. Benim otobiyografik bir kitap yazdığımı öğrenince okumak istedi. İrem tiyatroda bir festival organize ediyordu ve benim metnim üzerinden de bir çalışma yapmamızı önerdi. Festivalden sonra daha fazla vaktimiz olduğunda hikâyemi oyunlaştırmakta karar kıldık ve sadece o festival için okuma performansı olarak sahneleyelim dedik. Oyuncu Ilgıt Uçum da bize katıldı ve üçümüz haftalar süren bir çalışmayla metni uyarladık. Ancak Türkland bu haliyle o kadar ilgi gördü ki, oyunlaştırmak yerine okuma performansı olarak bırakmaya karar verdik. Ki zaten okuma performansları Avrupa’da bilinen bir tür. O zamandan beri hem İstanbul’un farklı sahnelerinde oynadık hem de Türkiye ve Almanya’da defalarca turne yaptık. Pandemide de Alman Büyükelçiliği’nin desteğiyle dijital versiyonunu çektik ve online gösterimler yaptık.

Oyununuzda göç, kimlik, aidiyet gibi halen tartışılan kavramları irdeliyorsunuz. Bu konulara eğilmenizin özel bir sebebi var mı?

Bu konular Almanya’da yaşarken maruz kaldığımız ırkçılık ve dışlanmadan ötürü zaten hep hayatımın gündemindeydi. İstanbul’da yaşamaya başladıktan sonra buradaki insanların biz gurbetçi Türkleri sadece kafalarındaki önyargılar ve klişeler üzerinden değerlendirdiklerine defalarca şahit oldum. Neredeyse herkesin ailesinde Almanya’ya göç etmiş akrabaları olmasına rağmen bizi ve yaşam gerçeklerimizi aslında hiç tanımıyorlardı. Bunun böyle olduğunun Türkiye’ye taşınmadan önce de farkındaydım aslında. Biz gurbetçilerde Almanya’da yaşamış olduğumuz olumsuzlukları Türkiye’nin telafi etmesine dair itiraf edilmemiş bir beklenti olabiliyor. Tatillerde gelip gidenler burada bu beklentinin karşılanmayacağını anlayacak kadar zaman geçirmedikleri için memleketlerini romantize edebiliyorlar. Ben buraya böyle bir beklentiyle gelmemiştim, dolayısıyla bu ülkenin beni yaralayamayacağını zannediyordum, ama yanılmışım. Doğduğum ve yetişkin olarak geri döndüğüm bu ülkede uyum sorunları yaşadığımı fark ettim. Bu nasıl olabilirdi ki? Hayatım boyunca Türkiye’nin sosyolojik ve politik gelişmelerini çok yakından izlemiş, dilini, kültürünü benimsemiştim. Peki o zaman neden şimdi bu kadar yabancı hissediyordum burada? Bu sorularla birlikte bir anda o güne kadar içimde taşıdığımın farkında bile olmadığım bir öfke ile yüzleştim. Türk ve Alman toplumlarına karşı duyduğum bir öfkeydi bu. Bu öfkenin nereden geldiğinin peşini sürerken Türkland’ı yazmaya başladım. Yazdıkça hem kendimi daha iyi anlıyordum, hem de bilmeyenlere bizi anlatıyordum.

Oyununuza gelen tepkiler nasıl?

İnsanlara ruhumun derinliklerine bakmaları için bir davetiyedir aslında Türkland. Biz ekip olarak oyunu sergilemeye başladığımız günden beri çok güzel bir deneyim yaşıyoruz. Seyircilerimiz davetimize icabet etmekle yetinmedi, birçoğunun kalplerine iade-i ziyaret gerçekleştirebildik. Her oyundan sonra onlarla yaptığımız sohbetlerde çok duygusal anlar yaşanıyor, insanlar belki o güne kadar pek kimseye anlatmadıkları deneyimlerini paylaşmaya başlıyorlar. En güzel tarafı ise, hayatında hiç göç etmemiş insanların da o anlarda aynı duygulardan geçiyor olması.

İzleyiciye vermek istediğiniz mesaj nedir?

Türkland aslında göç konusu örneğinde zaman ve coğrafya ötesi bir insanlık sorununu anlatmaya çalışıyor. Arada kalmışlığı, ait olamamayı hiç deneyimlememiş bir insan var mıdır bu dünyada? Irk, mezhep, sosyal statü, cinsel yönelim, politik görüş… Birbirimizi ötekileştirmek için o kadar çok bahanemiz var ki, hiç kimse bir gün bir yerlerde ötekileştirilmekten kaçamıyor. Biz seyircilerimizle insanlığın bu ortak deneyiminde buluşuyoruz işte.

Türkland dışında başka projeleriniz var mı? Gelecekle ilgili planlarınız nelerdir?

İlgi gördüğü müddetçe Türkland’ı sahnelemeye devam edeceğiz. Şimdi Almanya’da Hessen Eyaleti’nin eğitim bakanlığıyla bir projemiz başlıyor. Oyunu okullarda göstereceğiz. Ayrıca Türkland bir diziye dönüşecek, bu yönde çalışmalarımız devam ediyor. Bunun yanı sıra ekip arkadaşlarım Ilgıt Uçum ve Zeki Yalın Önal ile yeni bir oyun yazmaya başladık, onu yeni yıla yetiştirmek istiyoruz.

DİLŞAD BUDAK SARIOĞLU

İstanbul’da doğup Almanya’da büyüdü. Düsseldorf Heinrich-Heine Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 2011 yılında Türkiye’ye yerleştikten sonra, İstanbul ve Münih merkezli bir hukuk şirketinde CEO olarak görev yaptı. Almanya’da oyunculuk eğitimi alarak tiyatro ve müzikallerde sahne aldı. 2015’te Şahika Tekand Stüdyo Oyuncuları’nda sanatsal eğitimini tamamladı. Entropi Sahne’de otobiyografik romanı Türkland’ın sahne uyarlamasında yer aldı. Aynı ekiple Almanya’dan Mehrtyrer Kollektiv işbirliğiyle sahneye konan Düğün adlı oyunda rol aldı. 2013 yılından beri oyunculuk, yazarlık, sunuculuk yapmakta ve Alman Televizyonu ile Alman Radyosu için serbest prodüktör olarak çalışmaktadır.

Exit mobile version