Ulm: Manzarası ve tarihiyle şaşırtıyor

Eski bir Alman İmparatorluğu kenti olan Ulm, 2. Dünya Savaşı’nda büyük tahribata uğrasa da hem restore edilmiş yapılarıyla hem de bu tarihi yapılara selam duran modern binalarıyla bugün adeta bir çekim merkezi. Yeniyle eskiyi bütünleştirmeyi başarmış. Dünyanın en yüksek kulesine sahip Ulmer Münster Kilisesi, Guinness Rekorlar Kitabı’na giren tarihi çarpık ev, eğik kule, ortaçağ surları, şehrin sembolü olan serçe heykelli binalar… Göreceklerinizden sadece birkaçı. Almanya’nın Baden-Württemberg eyaletinde, Tuna Nehri kenarında konumlanmış Ulm’u özel kılan bir diğer zenginliği de ünlü fizikçi Albert Einstein’ın doğduğu kent olması. Ulm’un karşı kıyısında kurulu Yeni Ulm ayrı bir eyalete bağlı; Bavyera’ya. Stuttgart’tan yaklaşık 1.5 saatlik aktarmalı tren yolculuğuyla ulaştım Ulm’a. Ana istasyonundan çıkar çıkmaz Bahnhofstrasse’deyim (Bahnhof Caddesi) buradan başlıyorum keşfe.

Tarihi belediye binası

Seyir terasına da çıkmalı

Bahnhofstrasse’nin daha başında sizi, kentin simgesi olan Ulm Büyük Kilisesi’nin kulesi selamlıyor. Heyecan uyandıran manzaradaki heybetli binaya ulaşmak için sağlı sollu uluslararası giyim mağazaları ve kafelerin art arda sıralandığı caddeden ilerleyerek büyük kilisenin olduğu Münsterplatz’a ulaşıyorum. Meydana girerken heybetiyle göz kamaştıran katedralin yapımına 1377’de başlanmış. Yüzyıllar sonra bitmiş, 1890’da açılmış. 1908’e kadar dünyanın en yüksek yapısıymış. Gotik kilise, halen dünyanın en yüksek kilise kulesi unvanını koruyor. 161.5 metre olan kulesine 768 basamakla çıkılıyor. Dışı kadar içi de çok etkileyici. Yine yapının girişinde, vitrinde sergilenen büyük bir kuş heykeli dikkat çekiyor. Bu, Ulmer Spatz (Ulm serçesi) heykeli. Efsaneye göre, katedralin inşasında çokça yardımı olmuş. O nedenle serçe, şehrin de sembolü haline gelmiş. Katedralin seyir terasında, 5 euro ödeyerek şehrin panoramik manzarasının tadını çıkarabilirsiniz. Kilisenin tam karşısında modern bir bina; Şehir Sanat ve Fuar Merkezi yani Stadthaus var. Mimarı, yapılarındaki cephelerin beyaz olmasıyla öne çıkan Amerikalı Richard Meier. Münsterplatz’ın hemen arkasındaki caddeye çıkıncaysa sarı renkli, gösterişli bir bina göze çarpıyor. Estetiği ve heybetiyle tarihi bir yapı olduğu belli; Ulmer Rathaus yani belediye binası. Bu binanın yanındaki sokaktan içeriye girdiğinizde, yine tarihi bir meydana çıkıyorsunuz. Marktplatz’ta üç binadan oluşan, Rönesans dönemi bu tarihi belediye binası, dış duvarlarındaki 1540’lara ait freskleri, astronomik saatiyle oldukça etkileyici. Tarihi belediye binasının hemen yanında, sabah erkenden içeriye girmek için bekleyenlerin sıra oluşturduğu şehir kütüphanesi var. Bu cam piramit kütüphanenin tasarımı Alman mimar Gottfried Böhm’e ait.

Ekmek Kültürü Müzesi…

Marktplatz’taki Fischkastenbrunnen de (Balık Tankı Çeşmesi) meydanın tacı gibi. 1482 yapımı pazaryeri çeşmesi, döneminde tutulan taze balıkların burada suya konup satılması nedeniyle bu ismi almış. Dört kenarı fıskiyeli pembe çiçeklerle süslenmiş tarihi çeşmede, şövalyeler, imparatorluk arması hemen göze çarpıyor. Kısa moladan sonra belediye binasının hemen karşısındaki dar sokağa yöneliyorum. Karşımda ortaçağdan kalma Metzgerturm. Ortaçağ şehir surlarının korunmuş kapısı olan kule, 1349’da inşa edilmiş. Zemini nedeniyle şehre doğru (3.3 derece) eğik olan tuğla kule, 83 basamaklı ve 36 metre yüksekliğinde. 15’inci yüzyıldan kalma surlar sağlı sollu uzanıyor. Bir tarafınızda Tuna Nehri, diğer tarafınızda rengârenk, ahşap Alman evleri. Karşınızda ağaçlar… Surlarda yürümek unutulmayacak bir aktiviteydi. Surlardan inip Şehir Kütüphanesi’nin solundaki sokaktan yürüyorum. Birkaç dakikalık yürüyüşle ara sokaktaki Schwörhausgasse’de büyük bir sürprizle karşılaşıyorum: Schiefes Hause, çarpık ev. 600 yıllık tarihi olan binaya yandan baktığınızda çarpıklığı çıplak gözle görülüyor. Bugün otel olarak misafirlerini ağırlayan bina 1997’de dünyanın en çarpık oteli olarak Guinness Rekorlar Kitabı’ndaki yerini almış. Yeşil renkli, ahşap kapaklı her penceresi, gelin gibi çiçeklerle süslenmiş binayla önünden akan Blau Nehri, kartpostallık bir görsellik sunuyor. Masalsı mahallede, Venedik’teki gibi ahşap evlerin arasından nehrin süzülüşünü izlemek de ruhuma çok iyi geliyor. Kentte gezebileceğiniz bir başka mekân da Ekmek Kültürü Müzesi. Münsterplatz’ın arka caddelerinde kalan ve beyaz binasıyla kendini gösteren müze, 1592’de inşa edilmiş, 19’uncu yüzyılın başlarına kadar tahıl ambarı olarak kullanılmış. Dünyanın değişik bölgelerinden ekmek yapma araç gereçleri sergilenirken, ekmek yapma yöntemleri anlatılıyor. Tarihi surlar üzerinde karşıma çıkan köprüyü geçiyorum… Yeni Ulm’dayım artık, üstelik burası Bavyera. Tuna kıyısında yürüyüp eski Ulm’a hayranlıkla bakarak tam bir gün geçirilebilir bu kıyıda. Yeni Ulm’un merkezi de ilginç; tarihi Petrus Kilisesi ile modern Edwin Scharff Müzesi karşılıklı yükseliyor. Meydanın az ilerisinde de modern mimarisiyle belediye binası var.

Binalarına serçe konmuş kent

* Kimi binalarda, dükkânlarda büyük ebatlarda, değişik renklerdeki serçe heykelleri kente ayrı bir güzellik katıyor.
* Ulm’a gitmişken rokoko tarzıyla dikkat çeken Wiblingen Manastırı ve Kütüphanesi ile Donauschwabisches Müzesi’ni gezebilirsiniz.
* Olgastrasse’deki, iki tarafında heybetli aslan heykelleri olan adliye binasını görebilirsiniz.
* Eski şehirde her yer birbirine yakın. O nedenle kenti yürüyerek keşfedin.

Einstein’a saygı

Albert Einstein’ın doğduğu evin yerinde kırmızı granitten sade bir anıt yükseliyor. İsviçreli mimar, ressam Max Bill’in 1982’de yaptığı anıtın üzerinde “Albert Einstein’ın 14 Mart 1879 yılında doğduğu evin yeri burasıdır” cümlesi yazılı. Bahnhofstrasse’nin hemen girişindeki 6 metre yüksekliğinde geometrik tasarımlı anıt, devasa iş merkezleri, büyük otel binaları arasında gözden kaçabilecek derecede ufak kalıyor. O nedenle dikkatli bakın. Kentte Einstein’a saygı için bir de büstü dikilmiş. Yine kentteki kimi eczanelere, kafelere ve bazı binalara ünlü biliminsanının adını vermişler.

Exit mobile version